Life & Things

MCKINSEY’DEN NASIL ELENDİM?

Bu sene başından beri kariyer hedefim konusunda daha realistik olmaya çalışıyorum. Tanıyanlar bilir, son senelerde genelde “teknoloji yönetimi gibi bir rolde veya teknoloji firmasında çalışmak istiyorum.” diyorum. Öte yandan tüm bu yazma çizme işleri, master’ı bir sene erteleme planı, önyargılı olduğum bir FMCG şirketinde keyifli bir staj deneyimi yaşamış olmak kafamı gerçekten çok karıştırmıştı. Daha da ilginci, uzun zamandır danışmanlık hakkında atıp tutup hiç kendime göre olmadığını söylediğim halde McKinsey’e başvurmuş olmam sanırım. Hallelujah…

mulakat-2 Bu yazıda kendimle ilgili çıkarımlarımı en sona saklayacak ve McKinsey süreciyle ilgili hem McKinsey çalışanları hem de arkadaşlarım “bir sürü mit” olduğunu söylediği için bu sürecin bende nasıl işlediğini, meraklısını nelerin beklediğini samimi bir dille anlatacağım.
McKinsey’e başvurmaya bu sene karar verdim. Söylediğim gibi danışmanlık düşünmüyordum ancak zamanla iş dünyasında hakkında daha çok bilgi edindikçe benim sevmediğim danışmanlığın aslında “auditing” adı altında daha finansal denetleme içerdiğini, bazı danışmanlık firmalarının proje bazlı operasyonel işlemler, politika değişimi, genel olarak iyileştirmeyle alakalı her şeye bakan yaratıcılık gerektiren projeler ile uğraştığı ayrımını öğrendim. Bundan mütevellit müşterileri sadece şirketler değil sivil toplum kuruluşları ve hatta devletler bile olabiliyordu. Bu ikinci gruba giren firmalar bildiğim kadarıyla McKinsey, BCG, Bain&Company (başka da olabilir, ben çok araştırmadım ama bunlardan eminim 🙂 ) gibi firmalar.

 

McKinsey yemeğinden bir kare <3

McKinsey yemeğinden bir kare <3

Neyse efendim, böyle olunca danışmanlığa ilgi duymaya başladım. BCG’nin okuldaki tanıtımına, McKinsey’in de okulun iç webinde duyurup öğrencileri CV yollamalarını rica ederek davet ettiği bir akşam yemeğine katıldım. Bu sunumlarda arkadaşlarımın çoğunu çeken şey danışmanlığın vaad ettiği farklı sektörlerden edinilen deneyim ve iki sene sonra size dilediğiniz okulda MBA sponsorluğu sağlamasıydı. (mesela iki sene çalıştınız, Columbia MBA’e kabul edildiniz, okuduktan sonra da iki sene daha McKinsey’de çalışmak koşuluyla okul ücretinizi McKinsey ödüyor)
Sanırım ben bu konuda da biraz romantik davrandım. Hem BCG hem McKinsey arada pro-bono işler yaptıklarını bu tanıtımlarda söyledi. Yani, para karşılığı beklemeden genel olarak sivil toplum kuruluşlarına veya daha az gelişmiş ülkelere çeşitli projeler yapmak demek oluyor bu pro-bono özetle. Elbette sizi işe alıp bir iyilik meleği olarak sokaklara salmalarını beklemedim ancak bilhassa McKinsey’in yemeğinde spesifik olarak sivil toplum kuruluşu projeleriyle ilgilene takımlar olduğunu veya bir danışmanın bu tarz projeleri şirkete önerebileceğini öğrendim. Bu bir işte spesifikleşme ve sonra bu bilgileri ihtiyaç sahipleri için kullanma fikri gerçekten çok hoşuma gitti. Kendimi kandırmamak adına “İçten içe danışmanlık sana havalı geliyor, Mother Teresa’lık yaparak kendine bunu itiraf etmiyor musun?” diye sormadım değil. Ama buna cevabım dürüst bir hayır, McKinsey yemeğinde daha samimi bir ortamda bunu öğrenince bu şirkete karşı özel bir aura oluştu sanki benim için. Alternatif şirketlerin duyurularını okulda gördüm, arkadaşlarımdan duydum ama hiçbirine gitmedim; BCG’nin başvurusuna başlamıştım ama onu da tamamlamadım. Yani evet, biraz romantik davranmışım.
İnternetteki başvuru formu gayet klasik. Ortalamam ve deneyimlerim McKinsey’in kulaktan kulağa yayılan standartlarına uygun olduğu için açıkçası bu aşamayı geçeceğime inanıyordum, o yüzden ilk başvuruda nelere bakıyorlar bilmiyorum. Sadece, 3.5 ortalama hikayesinin doğru olduğunu sanıyorum; tanıtımda sayı söylemeseler dahi ortalamaya önem verdiklerini söylemişlerdi.
Ekim sonunda biten başvuru üzerinden birkaç hafta geçince bir e-mail atarak beni bir “problem solving test” e çağırdılar. Yağmurlu bir gün İstanbul-Kocaeli il sınırından kalkıp Maslak’ın kalbine gittim. Sınav salonunda tanıdığım bir sürü insan vardı, bu aşamaya çağırılıyorsanız muhtemelen okul okul ayırıyorlar, pek çok arkadaşınızla karşılaşabilirsiniz. Neyse efendim, soru kağıdı ve optik dağıttılar. Daha önce P&G’nin de böyle bir sınavına girmiştim; genel anlamda okuduğunu anlama, sonra gelen şekli tahmin etme, karışık matematik problemleri çıkacağını düşünmüştüm. Attıkları e-postada epey bir örnek test linki de koymuşlar, ben bunu salondaki insanlar konuşurken öğrendim. Yanlış anlamayın “ay inanılmaz takmıyorum, öyle kendimi denemek için girdim” gibi bir havam yoktu. Kendimi denemek için neden Tuzla’dan Maslak’a gideyim? Ama sanırım içten içe gerçekten bu işi inanılmaz istemediğim için başka meşguliyetler arasında onu daha az önemsedim. Neyse sınavlar bir dağıtıldı önümüze, baktım içinde 3 tane case study, 26 tane de soru. Bu test, bildiğimiz problem-solving test değilmiş meğer. Baya mülakatta soracakları şeyleri kağıda yazmışlar. Soruları alenen söylemeyeceğim, hem tam hatırlamıyorum hem de belki gizlidir. Ama zaten internette örnekler olduğu için açıkçası orada yazılan kadar genelleştirerek anlatmakta sakınca görmüyorum 😀

 

Size önce bir senaryo tanıtıp bu senaryoyla ilgili 3-4 soru soruyorlar. Senaryo dediğim bir şirketin veya ülkenin gelir gider dengesi, istenen hedefin yakalanmaması, nedeni saptanamayan bir düşüş trendi tarzında sorunları var. Sorular şu tarzda :”Bu durumda aşağıdakilerden hangisini bilmek sizi problemin çözümüne daha AZ yaklaştırır?” Sorunun cevaplarının hepsi doğru. Zorluğu da burada, sizin EN AZ ı yorumlayarak bulmanız gerekiyor. 3-4 soru sonra bir matematiksel bilgi sağlanıyor, bir grafik veya tablo. Buradan yola çıkarak size pazar payı hesaplama, bilmem ne olursa oranların yüzde kaç değişeceği gibi sorular soruyorlar. Bu sorular aslında çok zor değil ama alıştığımız akademik formatta olmayınca ben biraz bocaladım. Açıkçası bilmiyorum, birazdan anlayacaksınız ama belki benim beceriksizliğim, bazılarını yapamadım ve son anda falan çözdüm. Bu kalıp 3 farklı senaryo için de geçerli, yeni şeyler eklendikçe size bu bilgiler ışığında yorumlar soruyor. Sınav bittiğinde ben gerçekten çok kötü geçtiğini düşünüyordum, çoğu soruyu sallamıştım, matematiksel sorulardan hiç emin değildim. Ama üzülmemiştim, çünkü içten içe geçmeyi hak etmediğimi düşünüyordum. Sonuçta insan bir açar bakar değil mi en azından format ne olacakmış diye. Neyse.
Bir okul günü, beni e-mail ile mülakata çağırdılar. Çok şaşırdım. Herhalde herkesi geçirdiler diye düşündüm. Öyle emindim yani kötü geçtiğinden sınavın 😀 Tabi bana bir özgüven geldi, bu aşamaya kadar geçebilmek bile önemli falan diyorlar zaten e-mailde de. Mülakat için heyecanlanmadım desem yalan olur. Bu süre zarfında şöyle şeyler duymuştum :

“Sen case’i çözerken çok zorlayıcı sorular soruyorlarmış bir yandan.”
“Son mülata kadar geçen arkadaşıma ‘senin bu iş için heyecan duymadığını düşündük’ deyip elemişler.”
“Mülakatta case soruyorlamış ve baya tuhaf şeyler gelebiliyormuş, böyle kalıyormuşsun.”

Böyle olunca ben biraz özgüven kaybettim tabi. Ama yine de keyifli gittim aslında çünkü başından beri bu tarz mülakatların nasıl geçtiğini hep merak ediyordum. Sonuç olarak bir Cumartesi günü yine bindim İstanbul-Kocaeli sınırından, Beşiktaş Conrad Hotel’in arp sesiyle dalgalanan Christmas temalı lobisinden zar zor ayrılarak mülakatların yapıldığı kata çıktım.

Mülakatlar şöyle oluyor; 10 kadar aday hafif ikramların sunulduğu rahat bir salonda takılıyorsunuz, danışmanlar sizi isminizle çağırıp özel bir odaya alıyor. Salona girdiğimde tanıdığım kimse yoktu, biraz da sessiz bir ortamdı. İnsanlar çok gergin değildi ama herkes iş kıyafeti giyinmişti. Hadi erkekler takım giyiyor, ara bir format yok anladım; ama kadın adaylar da ceket, çorap-etekle falan gelmişti. Ben normal siyah pantolon ve beyaz bluz, klasik bot ve sırt çantasıyla gitmiştim 😀 Kendimi biraz tuhaf hissettim ve sorguladım: “ben doğru yerde miyim? neden bu insanlar bana tuhaf geliyor? hepimiz aynı şey için burada değil miyiz? ben aslında önemsemiyorsam buna neden emek harcıyorum?” Sonuç olarak bu sorular cevapsız kaldı. Sabahtan başlamış mülakat, size iki mülakat yapıp salonda bekletiyorlar ve sonra sonucu söylüyorlarmış. Biz içeri girerken mülakatını olan bir grup da tek tek odaya çağrılıp geri dönüş alıyordu yani. Tabi durumun traji komikliği hakkında ara sıra şakalar yaptı insanlar 😀 Biraz bekledikten sonra beni papyonlu bir abi ilk görüşmeme çağırdı. Biraz mimar, biraz tasarımcı tipi vardı kendisinde; o yüzden görünce hemen ısındım. Geçtik odamıza, işte biraz kendini anlat cart curt. Sonra mülakata geçiyoruz. Hikaye anlatır gibi anlatıyor size. “Şöyle bir x’imiz var; böyle böyle girdileri oluyor, böyle böyle çıktıları oluyor. Efendim son senelerde böyle bir şey olmuş. Bu sorunu çözmek için önce hangi soruları sorardın ve nelere odaklanırdın?”

İlk soru Amerika’da bir üniversite ile ilgiliydi. Bana üniversitenin ne tarz eğitim verdiği, gelirleri, giderleri vs anlatıldı. Sonra bu üniversitede vakıf fonundan son beş yılda hep artan miktarlarda para çekildiği söylendi. Genel sorunumuz buydu. İlk soruda nelere odaklanırsın dediği için ben önce notlar aldım, burası sessiz geçti tabi. Aklıma ilk gelen şeyler öğrenci artış azalışı, araştırmalara çok para gitmiş olabileceği, bir de kalitesi azalan bir servis için harcamaların artmış olabileceği ihtimaliydi. Bunların hepsini Sabancı’dan kopya çekerek düşündüm 😀 Konu çok ilgimi çekmişti, zira bir üniversiteyi iyileştirmeye çalışıyoruz, çok ulvi bir amaç. Danşman bana şunu nasıl yaparsın, peki buna odaklanırsak buradan nasıl yürürsün gibi sorular sorarak beni farklı alanlara yönlendirdi. İkinci soru için bana iki tablo verdi. Birincisi genel anlamda üniversiteye yapılan bağışları gösteriyordu. Buraya bakıp bir fikir sahibi olmanı istedi. Genel anlamda son snelerde neye daha çok bağış yapılmış, hangi mühendislik daha revaçta gibi karşılaştırmalı fikirlerinizi sunuyorsunuz burada. Sonra bir tablo daha verdi, burada araştırmayla alakalı giderler yazıyor. Bu iki tabloyu karşılaştırarak profesör başına araştırmalardan üniversiteye ne kadar bağış katkısı yapıldığını bulmamı istedi. Bunu hesaplamak çok zor değil ama şöyle zorluklarla karşılaştım: sıfırlarla aram hiç iyi değildir, parasal şeyler hesaplarken kendime hiç güvenemedim. Öte yandan size iki bilgi veriyor ama üçüncü bilgiye genelde iki şeyi bölerek çarparak vs ulaşabiliyorsunuz. Sonuç olarak aslında gerçekten basit ama gözünüzde büyütünce bazı yerleri anlamadan çözmeye çalışıyorsunuz. Ben çok mantıklı olmayan bir sayı buldum. Sonra adam bana “aslında şöyle çözseydin nasıl olurdu?” diye çok daha kısa bir yol söyledi. Bir an “nasıl ya?” diye anlamadım. Sonra anladım adamın dediğini, cidden de daha kolay bir yoldu. Ama ben o yolü düşünememiştim. Daha doğrusu kendimi tanıyorum, asla düşünmezdim ben o yolu 😀 Son soru şöyleydi, tam bu hesaplamaları yaparken rektör giriyor, ne dersin? Ben direk o an yaptığım hesaplamayla ilgili bilgi vermeliyim diye düşündüm. “şu şu hesaplamaları yaptık ve bu alanda yatırımlarınızı arttırsanız daha iyi. bir de bu var ama diğeri daha öncelikli. onun için de xyz yapabilirsiniz.”

Söylemeyi unuttuğum bir şey, bu case mülakatlarına önem verdiğim için geç bir saate de kalsa cuma gecesi yatmadan gönderdikleri linki inceledim. 4 tane case study vardı, bana en itici geleni açtım. Soruları şöyle bir okudum, cevaplara göz attım. İnanılmaz kolay geldi, yani kim olsa bu cevapları verir zaten diye düşünerek diğerlerine bakmadım. Burada motivasyonum şuydu aslında, ben bu tarz “evet mi hayır mı” sınavlarını biraz da kendimi anlamak için kullanıyorum. Yani bu case lerin hepsini hatmetsem, ben gerçekten McKinsey’e uygun biri olur muyum? Öte yandan bunları koymalarının sebebi hazır olmamızı istemeleri, şirket zaten bunu öneriyorsa bir bildikleri vardır diye düşündüm. O yüzden önceki gece, sadece bir iki şeye bakıp yatma kararı aldım. Bu haftam inanılmaz doluydu, daha boş olsa sanırım daha fazlasına bakardım çünkü sıkıcı gelmemişti. Sonuç olarak şunları az çok bilerek gitmiştim mülakata: Bir süre zaman isteyip düşüncelerinizi toparlayabilirsiniz, aklınıza takılan yerler varsa sormaktan çekinmeyin, önemli olan doğru cevabı vermek değil doğru düşünüş yöntemine sahip olmak.

Bu mülakat bitti, bu bitince tekrar salona gidip yeniden çağrılmayı bekliyorsunuz, genelde başkalarıyla. Kötü geçtiğini hissediyordum bu mülakatın; ama konuya bayılmıştım. O yüzden enerjim çok yüksekti. İkinci mülakatımı biraz daha senior bir abiyle yaptım. Günün son mülakatı olmasından mütevellit biraz daha hoşbeş yaptık. Kendisi de çok canayakın bir abimizdi, hatta bazı ortak tanıdıklarımız bile çıktı. Abi yine başladı hikayeyi anlatmaya, yine aynı sistem: bir tane “önce nelere bakarsın, sayısal bilgi verdik bir şey istedik, son olarak bir şey çıkartman gerek ve sonuç olarak ne çıkartırız?”

İkinci case çok güzel geçti, ben hem eğlendim hem de kendim de tatmin oldum cevaplarımdan. Bir süpermarket firmasının spesifik bir ürün alanında pazar payı kaybetmesiyle alakalıydı. İlk soru aynı: ilk başta ne yaparsın? Fiyat artışım var mı, mağazalarım doğru yerde mi, bir de ben bu payı nereye kaybetmişim, market itibar kaybetmiş mi onlara bakarım dedim. Neyse, sonra fiyattan yürüdük, bana üç süpermarket karşılaştırma datası verdi. Ona bakınca gayet genel şeyler çıkartabiliyorsunuz, işte bizi daha pahalı bulabilirler çünkü bizde şu ürün grubu daha fazla veya şu ucuz ürünlerden yok vs vs gibi şeyler. Sonra bana başka bilgiler ve bir tablo daha verdi. Buradaki problemler bana daha kolay geldi. Zor olan tek tarafı, market payı vb şeylerin bende sağlam bir anlam oluşturmaması. Mesela para birimi olarak mı yoksa adet olarak mı? Bu gibi şeyleri anlamayabilirsiniz siz de, mutlaka sorun. Onun dışında aslında size başka bir zamanda parasal artış miktarını verip yeni zamandaki sayısal artışı sormak gibi gayet temel bir problem soruyorlar.

Bu mülakat böyle bitti, sonrasında danışman sohbet ederek beni salona bıraktı, salonda çok az kişi vardı, milleti çağırıp sonucu söylemeye başladılar. Bir çocukla konuşuyorduk havadan sudan ki beni ilk mülakata alan danışman göründü kapıda, odaya girdik tekrar.

Bana ilk önce Mckinsey’i ne zamandan beri bildiğimi sordu. Ben de eskiden beri bildiğimi ama başvurmaya geçen sene karar verdiğimi söyledim. Burada yalan söyledim, aslında bu sene karar vermiştim; ama öyle söylersem hiç sallamıyormuşum gibi gelir kulağa diye yalan söyledim 😀 Neyse, abi direk dedi ki “Biz seni geçirmemeye karar verdik.” Bu kararlarını açıkladıktan sonra sana her iki mülakatından yola çıkarak zayıflıklarını söylüyorlar, verdiğin cevaplar üzerinden örnekler veriyorlar. Bu bölüm benim için en güzel bölümdü, çünkü oturup bu yazıyı yazmaya heveslenmemin bile nedeni diyebilirim. Nasıl desem, sanki fal baktırmak gibiydi. Sizinle ilgili çok doğru çıkarımlarda bulunuyorlar, evet ya gerçekten öyle ve ben bunu daha önce de yaşadım diyorsunuz, ayrıca inanılmaz nazikler, çok yapıcılar. Odadan çıkıp bomboş salona geri döndüğümde gerçekten bir şeyler kazandığımı hissettim. Bana haksızlık yapıldığını düşünmedim, gerçekten de dedikleri zayıflıklara sahiptim ve bu beni onlar için doğru aday yapmıyordu.

Şimdi onların ne beklediğini ve benim neyi başaramadığımı anlatacağım. Bana söyledikleri ilk şey şuydu:

“Çok yaratıcı çözümlerin var. Fikirlerini çok beğendik. Ancak bunları bize anlatırken bir yapı içinde vermiyorsun. Birçok başlık buluyorsun evet, ama bunları alt dallara ayırarak veya aralarında bir sıralama yaparak sunmuyorsun. Bazen çok genel ve önemli bir soruna değiniyorsun, bazen çok detay ve fark etmesi zor bir soruna değiniyorsun ama bunları aynı önemi teşkil ediyormuş gibi anlatıyorsun.”

Bu çok doğruydu. Benim kişiliğimle de ilgili, uzun vadeli planlar veya benim için daha az önemli olan işleri yapmaktan vazgeçmek gibi bir problemim vardı. Bu yüzden hayatım boyunca hiçbir zaman “the goal” diyebileceğim şeylerim olmadı, onu da yapmak istedim ama bunu da yapmak istedim. Günün sonunda daha çok emek isteyen potansiyelinin gerisinde kaldı, daha az emek isteyen de istediğim sonuçları vermedi. Bunun düşünüş şeklime nasıl yansıdığını, bunun aslında hayat tarzımızın bir aynası olduğunu gördüm.
İkinci yorum şu şekildeydi:

“Matematiksel hesaplamalarda çok dolaylı yollardan gittin. Aslında ben sana daha kısa yolu söylerken seni yönlendirmeye çalışmıştım. Soruyu çözerken kapalı bir kutu olmaktan ziyade her adımını anlatarak çözersen nerede kaybolduğunu görmem daha kolay olurdu ama bulduğun sonuç yanlış olsa bile o yanlışı nerede yaptığını bilirsem yöntemini sorgulayabilirdim.”

Bunun devamında bana bu tarz problemlere yaklaşırken bir terime x, y gibi değerler vererek düşünürsem daha kolay yolu bulabileceğimi, fen lisesi mezunu olduğum için bu tarz bir çözüme daha yakın olduğumu tahmin ettiğini söyledi. Bu noktada gerçekten kendime yazıklar olsun dedim 😀 Lise 1’deyken kendisine çok sevgi duymasam da yorumuna saygı duyduğum matematik hocam bana “sende matematik zekası yok.” demişti. Çok haklıydı 😀 Ben matematiği severim, çalışırsam yaparım; ama hiçbir zaman en iyi dersim olmamıştır. Matematik ağırlıklı bir bölüm seçtiğim doğrudur ama problemleri modellemek bana eğlenceli geldiği için endüstri mühendisliğini sevdim, bu alanda bir genius olacağım iddiasına sahip değildim. İlkokuldan beri soruları doğru yöntemle yapıp işlem hatasından puan kaybederim ve çalışma kağıtlarımı çok düzensiz kullanırım. Bunların hepsi aslında şu an beni pratik matematik işlemlerinde görece kabiliyetsiz yapan etmenlerdi. Aynılarını mülakatta da yaşadım, ikinci soruda daha iyi performans sergilememin nedeni birincide danışmanın beklediği yöntemi kaçırmış olduğumu ve matematik sorusunu çok iyi anlayarak çözmem gerektiğini fark etmemdi. O yüzden bu basamakta önce hiç kalem oynatmadan yönteminizi kafanızda kurun veya basit notlarla modelleyin; danışmana sormaktan çekinmeyin. Sonra çözmeye koyulun ve kağıdı düzenli kullanın.
Son yorumu da şuydu:

“Düşüncelerini ifade ederken önce nedenlerden başlayım sonra sonuca gitmektense önce sonuçlardan başlayıp sonra nedenleri söylemelisin. (top-down muhabbeti). Sana rektör geldi, ona ne söylersin sorusu aslında kısa sürede en üst yetkiliye sadeleştirilmiş olarak ne mesaj verirsin; bunu ölçen bir soruydu. Sen önce yaptığın çalışmayı kısaca özetledin, sonra yapılması gereken geliştirmeyi söyledin. Bu tarz insanların genelde az vakti vardır ve çok detaylı konuşmaya başlarsan dikkatleri dağılabilir.”

Bunu daha önce stajımda da olumsuz yorum olarak almıştım. Aslında şu düşünüş şeklimin dağınık olmasının bir sonucu bu da. Gerçek hayatımda bile bir şeyler anlatırken aralara başka şeyler sokuyor veya paragraflanması oldukça güç bir konuşma yapıp mesajlarla nedenleri birbirine karıştırıyorum. Oldum olası bu “elevator talk” muhabbetini becerememişimdir. Söylenecek çok şey varken ne desem eksik diye düşünmüşümdür 😀 Aslında birkaç sene münazara geçmişim olduğu için bu konuda kendimi daha çok geliştirmem gerekirdi. Ancak bunu bir zayıflık olarak görmek istemiyorum çünkü yazı yazarken geri tarafta akan düşünceler, beni bir sürü farklı senaryoya ve cümleye götürdüğü için sanırım bu düzensizliğin kendi kendime konuşurken bana çok fayda getirdiğini gördüm ve o yüzden bu özelliği çok severek benimsedim. Aşağıya danışmanın bana ilk soruda nasıl bir model çizebileceğim örneğini verdiği çiziktirmeyi hayal meyal çizip ekledim. Sanırım konuşma da bu okların en ucundan başlayıp geriye doğru giden; aralara enfes duracağını düşündüğünüz cümleleri itekleyerek biraz daha bilgisayar formatında kendinizi ifade etmeniz şeklinde akmalı diye düşünüyorum.

img_3026
Eğer turları geçseydim, gelecek hafta arka arkaya 3 mülakata girecektim. Bunların daha zorlu olacağını tahmin ediyorum, belki soru tipleri veya sayısı artabilir. Ya da sadece 3 deneyimli danışmanın fikri ile geçmeniz esasına dayanıyordur.

Son olarak, dediğim gibi bu en son aldığım yorumlar seansı gerçekten çok değerliydi. Geçenlerde bir arkadaşımın gönderdiği, linkini aşağı eklediğim şu Y kuşağı yazısını okuyunca gerçekten de kendimizi tanımaktan uzaklaşarak tüm dünyayı bir Amerikan rüyası tadında algıladığıımız gerçeğini fark ettim. ( “Linkteki ‘aslında amerikan başkanı olabilirim, ama istiyor muyum ki?’ gerçekten gördüğüm en harika alegorilerden biri 😀 ) Bazen gelecekte ne istediğimi karar veremeyen, her şeye şüpheyle yaklaşan kimliğimin altında aslında bir maymun iştahlılık olduğunu fark ediyorum. İmkanların çok olması ve ufkumuzun aşırı genişlemesi itibariyle o kadar çok liman seçiyoruz ki varacak; harita güzel bir rota çıkaramayacağımız kadar genişliyor. Bazı limanlarda az kalıp oraları keşfedemiyoruz, bazı limanları unutup gidiyoruz. Eleştiri ne güzel şeymiş, o münazara maçlarının sonunda birinci olamadığımızda diğer ekip bizden ne kadar iyiydi yorumlarını öğrenmek ne kadar zevk verirmiş yine hatırladım. Bunları hatırlayınca insan başarılarının da değerini daha iyi anlıyor. Güçsüzlükleri görmek, güçlü yönlerin ışıltısını arttırıyor da diyebilirim.

Link : http://peneplen.com/y-kusagi-neden-mutsuz/

Neyse efendim, kişisel çıkarımlarımla kimseyi sıkmayayım. Umarım faydalı bir yazı olmuştur. Danışmanlık düşünen, düşünmeyen herkese McKinsey’e başvurmalarını öneriyorum. (sponsorlu değildir 😀 bana mı reklam verecek adamlar? ) Mülakatlar samimi olarak çok keyifli, çok eğlenceli geçiyor. Kasacak hiçbir şey yok, nasıl düşünürseniz onu serin ortaya, neyse haliniz çıksın faliniz.

Sevgiler
Bengüsu

You Might Also Like

22 Comments / Yorumlar

  • Reply
    merdumur
    8 Aralık 2016 at 11:34

    “gerçekten de kendimizi tanımaktan uzaklaşarak tüm dünyayı bir Amerikan rüyası tadında algıladığıımız gerçeğini fark ettim.”
    🙂

  • Reply
    alperen
    10 Mart 2017 at 10:12

    case mülakatları türkçe mi yoksa ingilizce olarak mı yürüyülüyor?

    • Reply
      bengusu
      10 Mart 2017 at 10:35

      merhaba alperen,
      mülakatların normalde ingilizce geçmesi gerekiyormuş. fakat benim mülakatlarım, seçilen adayların zaten ingilizcelerinden şüphe duyulmadığı söylendiği için türkçe geçmişti. öte yandan ben tam zamanlı iş mülakatına girmiştim, eğer staj mülakatına gireceksen belki ingilizce yapmayı daha çok tercih edebilirler. başarılar 🙂

  • Reply
    Cumali
    6 Ocak 2018 at 01:32

    O şirkette çalışmak için spesific bi bölüm gerekiyor mu? Teşekkürler

    • Reply
      bengusu
      14 Ocak 2018 at 23:04

      Merhaba Cumali, bildiğim kadarıyla gerekmiyor ama yine de mühendislik, ekonomi, işletme gibi alanlardan çok başvuru aldıkları için bu bölümün öğrencilerine yönelik tanıtım yaptıklarını düşünüyorum.

  • Reply
    Selçuk
    4 Ağustos 2018 at 20:10

    “aslında amerikan başkanı olabilirim, ama istiyor muyum ki?’ galiba beni en iyi anlatan cümlelerden. Harika bi alegori gerçekten

  • Reply
    Said
    12 Ağustos 2018 at 13:47

    Üniversite tercihi yapmak üzere olan bir eşit ağırlık öğrencisiyim ve McKinsey sadece 4 okuldan mülakata çağırıyor diye duydum. (Koç Boğaziçi Sabancı Özeyeğin) Doğrusunu söylemek gerekirse dördüncüden emin değilim. Hatta artık Koç ve Boğaziçi yerine Amerikan Üniversitelerinden mezunları alıyorlarmış. Sınavı batırmam nedeniyle zaten saydığım okullara gidemiyorum. Önümde iki seçenek var Boğaziçi Yönetim Bilişim Sistemleri(MIS) ve ODTÜ İktisat var. Boğaziçi Meslek Yüksek Okulu olarak açılmış ODTÜ fakülte olarak. İkisi de lisans diploması veriyor orada bir sorun yok . FMCG ve audit şirketleri MIS işe alıyor ama sanırım böyle bir şans McKinsey için mümkün değil yanılıyor muyum acaba ? Saydığım 2 okuldan da 3.70 GPA ile mezun olduğumuzu düşünürsek iş başvurusun da aa bak MIS mezunu ama utanmadan işe başvurmuş deyip CVmizin hiç incelenmeme durumu olabilir mi ?

    • Reply
      bengusu
      23 Ağustos 2018 at 19:05

      Merhaba Said, sanırım cevap vermekte geç kaldım ancak ODTÜ İktisat da gerek öğrenci kulüpleri gerek bulunduğu ekol ile bence danışmanlık şirketlerine pekala mezun verebilecek bir bölüm. Boğaziçi’ndeki bölüm hakkında bir fikrim yok ama bana sorarsan meslek yüksek okulu yerine dört senelik tam zamanlı iktisat bitirmek seni danışmanlık için de daha iyi hazırlayacaktır.
      Her ne seçersen seç, gittiğin okulda endüstri mühendisliği, ekonomi veya alakalı çatılar altında kurulmuş öğrenci kulüplerine katıl. Onların mutlaka danışmanlık şirketlerinin işe alım ve kariyer programlarıyla bir bağlantısını bulursun. Dahası, bence şimdiden McKinsey’i tek durak olarak görmek çok erken. Benzeri pek çok iyi danışmanlık firması var, zamanı geldiğinde hepsine başvurup birine girebilir ve nihai amacın McKinsey ise ilerleyen yıllarda daha tecrübeli bir danışman olarak da buraya başvurabilirsin.
      Umarım yardımcı olmuşumdur, başka bir sorun varsa buradan sormaktan lütfen çekinme 🙂

  • Reply
    furkan
    13 Mart 2019 at 23:14

    Hacettepe iktisat mezunuyum ama sanırım mckinsey bizim okuldan asla birini işe almıyor. İlerde kendime daha çok şey katarsam bi şansım olur mu diye merak içerisindeyim

  • Reply
    firat elmas
    25 Nisan 2019 at 23:57

    ablacim bunlar robot ariyormus resmen iyi ki elenmissin bosver 🙂 isin sakasi iyi bir deneyim olmus sizin icin okurken gayet faydalandim

  • Reply
    Mert
    12 Eylül 2019 at 14:04

    Direkt laps diye bir soru olacak kusuruma bakmayın ama yeni başlayan ‘business analyst’ sanırım maaşları ne kadar oluyor?
    Mayış önemli:))

    • Reply
      bengusu
      14 Eylül 2019 at 10:10

      mckinsey için soruyorsan ben bilmiyorum 🙂 eğer paylaşmak serbestse teklif alan biri belki buradan cevaplar

  • Reply
    Melek
    6 Nisan 2020 at 16:44

    Merhaba ,öncelikle yazı için teşekkurler. Gercekten sayılı üniversiteleri mi çağırıyorlar ? Kocaeli Universitesi mezunu olarak sansım hic mi yok ? Ustelik ortalamam da düşük ?

    • Reply
      bengusu
      7 Nisan 2020 at 11:29

      Merhaba Melek! Bildigim kadariyla ozellikle buyuk danismanlik sirketleri cok sayida basvuru aldiklari icin ilk basvurulari makul bir sayiya cekebilmek amaciyla okullar arasinda bir ayrim yapiyor. Bu kadar cok tercih edildikleri surece de oyle yapmaya devam edecekelrini zannediyorum. Fakat bu, bence yalnizca yeni mezunlar icin gecerli. Eger sektorde deneyimin varsa veya uzmanlik aranan belli bir alanda calismissin hangi okuldan mezun oldugu ikinci planda kalacaktir.

  • Reply
    Beyza
    16 Mayıs 2020 at 01:54

    Problem solving test türkçe miydi yoksa ingilizce mi?

    • Reply
      bengusu
      16 Mayıs 2020 at 01:57

      Mülakat önceki bütün testler İngilizce idi. Mülakata giren partnerler tamamen Türkçe anlattı case’i, tartışma da Türkçe oldu ama verilen materyal İngilizce idi. Materyalde genelde sayılara odaklanıyorsun, senaryoyu sözel anlatıyorlar, okuyup anlamam gereken bir bölüm pek olmuyor. Umarım yardımcı olur 🙂

  • Reply
    Elif
    6 Eylül 2020 at 14:39

    Bu samimi , cesur ve öğretici analizler içeren yazı için çok teşekkürler. İleriki kariyerinde başarılar.

  • Reply
    Berk
    6 Kasım 2020 at 10:46

    Merhaba Başkent Üniversitesi’nde hukuk öğrencisiyim ve danışmanlık alanında ilerlemek istiyorum. Mckinsey için uygun bir aday olabilir miyim ve bana vereceğiniz önemli bir tavsiye ne olurdu ? Teşekkür ederim 😊

    • Reply
      bengusu
      6 Kasım 2020 at 21:11

      Merhaba Berk, danismanlik icin isletme, muhendislik, ekonomi gibi bolumler arasinda cok keskin bir ayrim yapilmiyor fakat hukuk cok spesifik bir alan oldugu icin daha once hic danismanliga yonelen birini duymamistim. Eger danismanlikta calisan arkadaslarin varsa onlara sormani oneririm, onlar da kendi supervizorlerinden ogrenebilirler. Onun disinda eminim universitenizin kariyer ofisi vardir, oraya sorabilirsin, senin arkadasin yoksa bile seni danismanlikta calisan mezunlarinla gorusturebilirler. Bence hukuk bilgisiyle danismanliga gitmek cok faydali olabilir o yuzden eger basvuru asamasi cok zahmetli degilse sansini denemeni tavsiye ederim. Bol sans!

  • Reply
    barkın
    21 Kasım 2020 at 01:05

    Merhaba,

    Yazı için teşekkürler çok faydalı oldu. Ben de yakın zamanda mülakata gireceğim. Case pratikleri yapıyorum kendim ama bunu bir grup halinde yapmanın çok daha faydalı olacağını söylüyorlar , benim çevremde ne yazık ki böyle biri yok, bu nedenle pratik yapmak isteyen arkadaşlar iletişime geçebiliriz.

  • Reply
    Berat Sönmez
    10 Haziran 2021 at 13:23

    Ben seneye üniversite sınavına gireceğim ve McKinsey’i bir köprü gibi kullanıp kariyer basamaklarını tırmanmak gibi bir hedefim var ileride MBA vs. Çok bilindik okullardan mı sadece alınıyor ben hiç ODTÜ Boğaziçi Koç Bilkent vs. harici çalışan görmedim. Gerçekten sınavda batırsam bile okul zamanı kendim geliştirip bir yerlere gelebilir miyim emin olamıyorum.

    • Reply
      bengusu
      13 Haziran 2021 at 20:51

      Genel olarak bu okullardan aldıkları doğru, çok başvuru olduğu için efektif bir eleme yöntemi olarak kullanıyorlar. Fakat şirketler son yıllarda bu yaklaşımın işe alınan profillerde çeşitliliği azalttığını görmeye başladığı için değiştirmeye başladı. Birkaç yıla bilhassa bu ünlü okullara gitmeyen insanlardan alınmak üzere kendilerine bir kota koyarlarsa hiç şaşırmam, belki yapmışlardır bile 🙂 ilgili olduğun sürece şansın olacağına inanıyorum. bol şans!

    furkan için bir cevap yazın Cancel Reply / İptal Et

    Show Buttons
    Hide Buttons
    tr_TRTurkish