Life & Things Travel

3 Şehir: Çorum’da Yaşamak

Son dönemlerdeki gezgin trendini bilirsiniz: “turistik yerlerden olabildiğince uzak durup yerlilerin takıldığı yerlere gitmece.” Seviyorum bu modayı ben. En azından arkasındaki amaç Instagram’a “just like a dangerer/ian/ish…” yazan bir fotoğraf koymak, sırf diğer turistlerin “sığ” zevklerinden uzak durup farklılaşarak kişisel tatmin yakalamak değilse hele; daha çok seviyorum. Yabancı bir şehrin yerlisi olmak, aslında kendine yeni bir dünya çizmektense çoktan çizilmiş yeni bir dünyaya adım atmak bence. Nasıl yaşar insanlar burada? Akşamlarını nasıl geçirirler? Nerelerden alışveriş yaparlar? Çocuklarını nereye götürürler? Öğrencisi nerede ders çalışır? İş kadını nerede bir bardak kahve içer? Şehirde ne rutindir? Ne bütün insanlara küfür ettirebilir?

Bilirsiniz, son zamanlarda “hayatımda gece gündüz tutkun kalacağım bir amaç” bulma çalışmalarım had safhada. Bazen kendime diyorum ki “aslında dünyanın en fazla sayıda farklı şehrinde yaşayan insanı olsam…” Deli ediyor bu fikir beni ! İnanılmaz heyecanlanıyorum. Yeri gelip boş boş film, televizyon izlediğim; indirimden meyve sebze aldığım, favori yürüyüş parkurumu belirleyip haftada birkaç kez günbatımında yürüyüşe çıktığım yüzlerce farklı gezegen…

Şimdi saydım, 22 senede (evet 20’lerle yüzleşmede epey yol kat ettim) 14 ülke görmüşüm. Bunların hepsinde “yaşadım” diyebilir miyim? Hayır elbette. Bir yere gidince ünlü müzesine, klişe yerlerine giderim mutlaka; öyle çok da burnu havada hipster bir turist sayılmam. Artık bir yere seyahat edeceksem çok yer değiştirmektense geçireceğim zamanı uzatmak isteyişim bu yüzden biraz da; zaman kalsın da biraz “şehirde yaşayayım” diye. O yüzden bu yazı dizisinde yukarıda verdiğim gündelik örneklerin hepsini yaptığım, efendime söyleyeyim belli bir noktasına gökten bıraksanız yüksek olasılıkla yolumu bulacağım şehirlerle sınırlı tutmak istedim.

Biri New York, biri Hong Kong iken diğerinin Çorum olması kamera şakası mı diyeceksiniz 🙂 Bizim neslin hayatı bir şekilde büyük şehirlerden geçiyor, tam tersine hayatı boyunca Türkiye’nin küçük bir şehrinde yaşamak daha az insana nasip olacak gibi. O yüzden orayı anlatmak istedim, tabi şu dünyanın sahte merkezi olması ve çikolatalı leblebileriyle de yakaladığı bir popülarite yok değil 😉


Aslında “nerede yaşıyorsun?” diyenlere artık “İstanbul” desem de pek çok insanın “evim” dediği yer hala Çorum benim için. Belki İstanbul’da senelerce kaplumbağa misali yaşamak yüzünden, bir gün kendi evim bile olsa hep oraya evim diyeceğim sanırım. Ben oralarda yokken çok değişse de sanırım küçük bir şehirde doğup büyümek başıma gelen en güzel şeylerden biri.
Çorum’da çocuk olmak hem keyifli hem de güvenliydi. Mahalle çocukları kavramının bir ileri versiyonu olan apartman çocukları jenerasyonuydum ben. İki apartmanın arasında ve etrafında kalan boşlukta oyun oynamaya başladığımızda kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Her gün belli bir saatte kapı kapı gezilir, “oyun oynıycaz geliyon mu?” denmez; “hadi iniyoz” denirdi o zil sesleriyle. Anneye babaya da “anne gidebilir miyim?” denilmez, “anne ben aşağıdayım” denirdi. Çok merak ediyorlarsa balkona çıksın baksınlardı. Eskiden İstanbul da böyle miydi? Bilmiyorum. Ama Çorum en azından hala böyle. Hala apartmanların önünde “canyaktı” “yerden yüksek” “elim ateş” oynayan çocukları görüyorum. Eskisine göre komşuluk ilişkileri daha zor, evet. Ama çocuklar için hiçbir zaman değil 🙂

İşte metinde adı geçen turuncu apartman. Ama bizim ev öbür tarafında kalıyor :)

İşte metinde adı geçen turuncu apartman. Ama bizim ev öbür tarafında kalıyor 🙂

Okula başladığımda okul binası ve apartmanımız arasında şu an durmakta olan kazulet bina olmadığı için “nerede oturuyorsun” diye soran arkadaşlara elimle bir beş yüz metre uzakta duran portakal rengi apartmanı gösterir, “en üstün bir altı” derdim. Daha birinci sınıftan itibaren kendim gittim geldim okula. Hele hele öğleciysem; hele bir de anne baba da çalışıyorken… Sabah uyanıp annemin bıraktığı sandviçi ve sıktığı meyve suyunu mideye indiririrken bütün ev benim olurdu, televizyon izledikten sonra şimdi biraz endişeyle hatırladığım, hayal ürünü bir ordu insanın evi doldurduğu oyunlar oynardım. 8 sene boyunca okul hep güvenli hissettirdi bana. Biz birbirini bilen çocuklardık, bilmesek bile hayatımızı oluşturan kombinasyonlar birbirine o kadar da yabancı sayılmazdı. Bir iki kere çok hasta olduğum zaman annemin “okula gitme” dediğini hatırlıyorum. Ben üzülünce ağabeyim “bunda bir tuhaflık var, insan mı bu” gibi bir tutum izlemişti. O gırgır şamata kaçar mıydı hiç ? Daha tenefüste birimize cips para çıkmayana dek yarışa 250.000’lik cips alacaktık, 1.000.000 çıkan çocuğu omzumuzda gezdirdiğimiz gün okulda olmasaydım herhalde vururdum kendimi.

"Annem bebekten daha sevimli değil mi?" temalı

“Annem bebekten daha sevimli değil mi?” temalı

Çorum’da bir sosyal hayat kurmak zor değildi. Kafa karıştıran etmenler azdı çünkü. 2 tane sinema vardı, biri bize çok uzaktı. Birkaç tane cafe vardı ama en güzeli zaten arkadaşlarıma da bana da çok yakındı. Dershanelerin hepsi aynı yerdeydi ve eve yürüyerek gidilip gelinirdi. Benim için de sosyal hayat haftasonları meşhur bir film geldiğinde evden 10 dakika önce çıkılıp gidilen sinemalar, Lila Cafe’de ritüelleşmiş fettucini alfredolar (makarnaya 15-20 TL verme kavramıyla İstanbul’da tanışsam herhalde direk elenirdim), dershaneden eve dönerken aralarda salaklanılarak geçirilen yarım saatler ile biten gündüzler; akraba gezmeleri, komşunun bebeğini sevmeler ve bol bol kitap-dergi okuma ile geçen gecelere tekabül ediyor. Kitap-derginin altını çizmek isterim. Yine Çorum’da sadece 1-2 meşhur kırtasiye, 1-2 iyi tokacı olduğu için şu dershane çıkışlarında hemen dibimizdeki Tırtıl Toka ve İpek Kırtasiye’ye her ay gömdüğümüz paranın haddi hesabı olmazdı. Go Girl’ler, Hey Girl’ler, Blue Jean’ler, neler neler… Şimdi sakladığım birkaç sayısına dönüp baktığımda benden çok zaman çalmış olsa da gezegenin büyüklüğü konusunda bana sinyaller veren bu dergilere de teşekkür etmek gerek sanıyorum.

 

Ortaokul yıllarında tenefüs halleri

Ortaokul yıllarında tenefüs halleri

Çorum’da yolda birine rastlamak, aslında isminin buyurduğu üzere bir rastlantı değil daha ziyade bir aksiyomdur. Rastlarsın çünkü, olasılık biliminin önüne geçemezsin. İstanbul’a gelip kendimi Kadıköy’de bulduğum andan bu yana yeni bir şehirde yaşadığım zaman ilk hissettiğim duydu, “özgürlük” herhalde en büyük eksiklik Çorum’da. Kaybolmanın mümkün olmadığı bir şehir orası, mental bir yalnızlık bulmanın da bir yerde imkansız olduğu aslında. Bir keresinde, bu üniversite yıllarıma denk gelir, tepemin tası atmıştı da sabah valizimi alıp evi terk etmiştim. Ertesi sabah zaten otobüse bineceğim için geceyi de otobüs terminalinde geçirmiştim. O zaman bile bir terk edememişlik duygusu çökmüştü üzerime. Gidip oturduğum park evden on beş dakika uzaktı, terminal desen şehri terk edecek araç bulabileceğin tek nokta. Çorum’da bir tanıdıklık, bir güven, bir kafası rahatlık oluyor insanda. Hani, şehre kafa tutmak işten bile değil; öyle söyleyeyim. Ama sanırım bu benim sevmediğim bir özellik. Suyun üstüne sırt üstü uzanıp kendini akıntıya bırakınca kenarlarına çarpacağın bir havuz değil millerce yol alacağın bir okyanus lazım bence insana.
Çorum tutucu bir yerdir, bu da plakasının 19 olması kadar geçerli bir aksiyom. Demokrat bir ailede doğup büyüyen ben, Çorum’da öldürsen şortla çarşıya çıkmam. Ben kafaya koysam da zaten ya annemler bırakmaz ya da o kafa bir noktada yarılacağı için anlamı kalmaz 😀 İşin şakası bir yana, hem siyasi hem de dini yapısı düşünüldüğünde sanıyorum çoğu Anadolu şehriyle aynı çehreye sahip Çorum. Bilhassa uzun yıllar boyunca kendi topluluğuna sahip, “böyle” görüp “böyle” yaşayan, sorgulamaya da ihtiyaç duymayan bir şehir. Baktığınızda Türkiye’de çeşitli şehirlerin bu klasik çehreyi kırabilmesindeki en büyük etmenler şehre göç ile yabancılaşan insanların birbirini takmaması, globalleşen trendin takipçisi öğrencilerin şehre dolması, şehrin yabancı turist çekmesi aslında. Bunlardan birincisi Çorum’da hiç yok elbette 😀 İkincisi üniversitenin büyümesiyle son bir-iki senede gerçekleşmeye başladı. Üçüncüsü de aslında vardı ama Çorum’a gelen turist merkezde değil Boğazkale’de takılıp haliyle hemen sonra çeker giderdi. Bir de mezhep ayrımı çok fazladır. Zamanında Alevi-Sünni çatışmalarının had safhaya çıktığı şehirlerden biri olmakla birlikte; jenerasyonlar geçse bile ailelerin aşıladığı o güvensizlik yer yer doğup büyüdüğü şehri düşman edebilir insanın gözünde. Ben küçükken tüm bunları o kadar anlamadığımdan olsa gerek, güllük gülistanlık geçinip gittim. Sanırım kafamın biraz daha çoğuna bastığı lise dönemini de orada geçirip üniversitede şehirden ayrılsaydım, Çorum’a dönmek benim için sadece kafa dağıtmak değil tatsız bir gerginlik anlamına da gelecekti.

 

Amca ve baba mangal başında. Meşhur salıncağımın fotoğrafını koymak istemedim nedense. Orijinali bana, hayal ettiğiniz size kalsın :)

Amca ve baba mangal başında. Meşhur salıncağımın fotoğrafını koymak istemedim nedense. Orijinali bana, hayal ettiğiniz size kalsın 🙂

Artık Çorum’a gittiğimde genelde bir aydan uzun zamanım olmuyor zaten, yer yer bir hafta oluyor hatta. Ev lüksünü yaşıyorum; lüks dediğim de kendi odamın kapasını kapatıp yalnızlığıma kuşanmak, canım sıkılınca gidip annemin izlediği diziyle ilgili zilyon tane soru sormak, yemek peşinde koşmamak, önüme serilen dilimli meyveler ve çay saati… Küçük şeyler yani 🙂 Farklı şehirlerden uçup geldiğimiz arkadaşlarımla arka plan aynı, bizler gittikçe büyürken yine birbirimizin evlerinde ve yadigar Lila Cafe’de sohbet ederim sık sık. Çarşı kavramını severim mesela, hem üstü açık hem de bütün mağazalar elinin altında; çeşit azlığına rağmen annemi de yanıma alıp alışverişe çıkmak tercih ettiğim bir şeydir Çorum’da. Bir şey alacaksam başka bir yere de bakıp öyle almanın huzursuzluğunu duymadan körü körüne aşık olarak alırım o şeyi. Hava güzelse parkta yürüyüşe giderim, akşam ağabeyimle internet hızı üzerine kavgalara tutuşarak film izlerim. Bir de en sevdiğim bölümü, haftasonları bağ evimize giderim. Seviyorum bu huyunu

Mutfakta gece halleri

Mutfakta gece halleri

Çorum milletinin, çoğu kişinin şehir dışında büyük küçük bir kır evi, bir bağı bahçesi vardır. Kafayı masaya koyup dere şırıltısı ve yaprak hışırtısı dinlemek için en ideal mekandır. Şu nereye yaptıracağıma bir türlü karar veremediğim meşhur salıncak dövmemin salıncağı, kendimi büyüttüğüm hayallerimin ortağı da bu bağdadır işte. Bağa genelde eş dost akraba gidilir, mangal yakılır, yürüyüşe çıkılır, gece keyfe göre rakı sofrası veya çay sofrası ile karanlık dağlara karşı bahçede oturulur. Bu dediklerim Anadolu’nun step ikliminde baharları ve yazları mümkün tabii. Kışları, pek bir aktivitesi olmayan Çorum halkı birbirine “çay içmeye” gider.

Bu biraz Türk halkının özelliği tabi ama yine de büyük şehirlerde bilhassa uzak yaşayan akrabalarda bu kadar sık görüşülür mü bilmem. Annemlerin sohbetinden çok keyif aldığım arkadaşlarıyla çörekli börekli çay sohbetinin yerini hiçbir şey tutamaz. Günün sonunda evinden çıktın mı on beş dakika içinde öbür evdesin, teklif bile olmadan telefonlar açılır, biz size geliyoruz denir bazen 🙂

Yazları Amerikalardan kalkılır, şehir merkezi geçilir, köye ziyaret gidilir, yüzler güldürülür :)

Yazları Amerikalardan kalkılır, şehir merkezi geçilir, köye ziyaret gidilir, yüzler güldürülür 🙂

Tüm bunlar ileride uzun yıllar yaşadığım bir evim, belki yeni bir ailem olduğunda yine de hep Çorum’da kalacak sanki. Tarifi zor bir masumiyet, bir kendi halindelik var orada. Tatillerde zevkle gidiyorum Çorum’a. Evet ailem orada, akrabalarım orada, çocukluk arkadaşlarım orada; hepsini çok özlüyorum. Ama biraz da oradaki hayat standardını, belki de doğru tanımı “Çorum kafası” olabilecek şeyi özlüyorum. Oradaki çevremin rutinleri, hayattan beklentileriyle ve günlük dertleri tasalarıyla kendi hayatımı karşılaştırınca kendi omzuma gururla vurabiliyorum. Hani Sezar’ın meşhur bir sözü vardır, “Roma’da ikinci adam olacağıma bir köyde birinci adam olmayı tercih ederim.” demiş. Biraz öyle benimki de; bir illüzyon belki de ne demek isterseniz artık. Çorum’daki yaşantıyı küçümsediğimden de değil, hatta bazen özeniyorum bile. Ama aslında oraya gitmek, bana gücümü kaybettiğim zamanlarda istersem ne kadar çok mutlu olacak sebep, inanacak ve peşinden koşacak amaca sahip olduğumu hatırlatıyor.

You Might Also Like

4 Comments / Yorumlar

  • Reply
    mercan
    15 November 2017 at 13:07

    çoruma iş dolayısıyla gideceğim ve araştırmaya başladım. ‘çorumda yaşamak’ olarak yazdığın bu güzel yazıyı da severek okudum. senin aksine ben istanbulda doğup büyümüş metropolden nefret eden bi insan olarak acaba çorumun durağan ve gelenelsel yapısında barınabilecek miyim? bilmiyorum. tek bildiğim şey ise köy hayatını hep bakir bulmuşumdur. hatta küçük beklentilerle mutlu olmaya çalışmışımdır. umarım doğduğumuz şehirlerde değil de ait hissettiğimiz yerlerde yaşamayı başarırız…

    • Reply
      bengusu
      18 November 2017 at 22:44

      Merhaba Mercan, yorumun için çok teşekkür ederim. Umarım yaşadığın yeri görmek istediğin gibi görebilirsin ileride. Bol şans 🙂

  • Reply
    Ali
    9 May 2020 at 00:27

    Çorum’a memur olarak atandım. Korkarak gidiyorum. Beni neler bekliyor acaba?

    • Reply
      bengusu
      11 May 2020 at 00:24

      merhaba ali, hayirli olsun 🙂 korkacak bir sey yok ama yasam stiline gore bazi beklentilerin karsilanmayabilir. ben de uzun suredir corum’da yasamiyorum ama gece hayatina duskun bir insansan bu acidan aradigini cok bulamayabilirsin. ote yandan sakin sehir hayatini, trafigin az olmasini, hafta sonu dogal ortamlara veya piknige gitmeyi seviyorsan cok memnun olabilirsin. umarim taniyacagin insanlarla bu yeni baslangic senin icin cok guzel baslar. bol sans!

    Leave a Reply to mercan Cancel Reply / İptal Et

    Show Buttons
    Hide Buttons
    en_USEnglish