RANDOM STUFF

CORONA GÖÇÜ

Avrupa ülkelerinin ani sınır kapatma kararlarını tam olarak Londra’dan Dublin’e uçağımın boarding sırasında okurken nasıl sınırlar kapanmadan yirmi dört saat içinde Varşova’ya kaçışımı ayarladığımın öyküsüdür bu yazı. Biraz kafa boşaltmak, biraz da sonradan dönüp okumak istedim, okursanız size de trajikomik bir akılsız başın cezasını ayaklar çeker öyküsü olur belki 😀

Henüz Varşova sınırlarındayken içimden bir ses o anın fotoğrafını çek demişti

Öncelikle Sezar’ın hakkı Sezar’a, biraz arka plan vermek isterim. Önümüzdeki yıllarda Avrupa kıtasından biraz uzak olacağım belli olduktan sonra hiç görmediğim İngiltere ve İrlanda’ya, hele bir de çok sevdiğim birçok arkadaşım yaşadığı için bu sene mutlaka gitmek istiyordum. Aylar öncesinden Polonya’da vizeye başvurdum, vatandaşı olmadığım bir ülkeden vizeye başvurarak normal ücretin iki katını vermeyi ve Polonya’da iki haftra pasaportsuz kalmayı göze aldım. Yine çok önceden de başı ve sonu Londra’da olacak, Dublin’de St Patricks Day’e denk gelecek 10 günlük upuzun bir gezi için biletleri aldım. Ben tüm bu planları yaparken belli ki popüler kültürün klişesi de gerçekleşiyor, tanrı planlarıma kıs kıs gülüyormuş, elbette o sıralar hiç tahmin etmemiştim.
Daha önce coronavirus podcast’imi dinleyenler, virüsün ilk zamanlarında ne kadar soğukkanlı ve hatta “sallamaz” bir tavırda olduğumu belki bilirler. Açıkçası İtalya ve İran’da patlayıp diğer ülkelerde üçer beşer görülmeye başladığında da ben “yaa bir şey olmaz, zaten daha çok temasla bulaşıyormuş, elinizi yıkayıp yabancılarla yakınlaşmayın yeter” kafasındaydım. 12 Mart Perşembe günü Londra uçuşumun olduğu gün, Varşova’da okulların tatil ilan edilmesinin ilk günüydü. Kimi arkadaşlarım daha panik halinde, uçuşlarını iptal eder haldeyken kimileri de benim gibi bir şey olmaz kafasındaydı. Doğrusunu söylemek gerekirse, o dakikada sahiden sınırların kapanması gibi bir olayın bu kadar yaygın uygulanacağını aklımın ucundan dahi geçirmiyordum. Kendi kendime “alacağım maksimum risk, döndüğümde 14 gün karantinada kalırım, zaten mazallah hastalığı taşırsam da bu iyi bir şey, risk grubunda olmadığım için de içim aslında rahat” diyordum. Yani kısacası o kadar uzun süredir beklediğim bir tatilin hevesi ağır bastı, uçağa binip gittim.

Cuma uçuşundan önce “döndüğümde müzeler kapanırsa” diye hep görmek istediğim Arnolfini Portrait’i görmek için 5 dakikalığına National Gallery’ye girmiştim. İyi ki girmişim 😀

Uçakta, hem Varşova hem de Londra havalimanlarında maske takan nadir insanlardan biriydim. Hele Londra sokaklarında sahiden de bir tane bile maskeli insan görmedim. 13 Mart Cuma akşam üzeri Dublin’e uçuşuma kadar bir gün Londra’yı gezdim. O aralar yavaş yavaş okullar her ülkede tatil olmaya, Amerika Avrupa uçuşlarını yasaklamaya başladı. Tam olarak Dublin uçuşuma bir saat kala havalimanındayken Avrupa ülkelerinin sınırları kapatma haberlerini okudum. O an insan gerçekten tuhaf bir psikolojik modda oluyor. Elimde bilet, kapı sırasında beklerken film sahnesi gibi “nayııır, uçmuyorum ulan” diyerek geri dönmek nedense çok zor göründü gözüme. Arkadaşlarım sağ olsunlar arayıp sorup, mesaj atıp halimi hatrımı sorup destek oldular. O an açıkçası Londra’da mahsur kalmak ile Dublin’e gidip orada mahsur kalmak arasında nasıl bir fark olacağını kestiremedim. Ekonomide “sunk cost fallacy” diye bir tabir vardır, bir şey için çok kaynak harcadıktan sonra o işi öldürmek aslında daha karlı veya mantıklıysa da sırf verdiğiniz emek için denemeye devam edersiniz. Uçuşun yanmasından, o an insanların ortasında geri dönmekten, Dublin’de zaten iptal olan her türlü kutlamanın çekiciliğinden falan da değil, mental planımı değiştirememekten dolayı uçağa binip Dublin’e gitmeye karar verdim.
İşte dananın kuyruğu o uçuşta kopmuş 😀 Ben havadayken Polonya da sınırlarını kapatma kararı almıştı. Uçağa binmeden sınırlarını kapatan ülkelerin nereler ve kaç gün olduğunu pek sağlıklı takip edememiştim elbette. Fakat ne yalan söyleyeyim, Polonya’da az vaka olduğu için hala olumlu düşünüyor, bir de İngiltere’ye bir hikmet Amerika sınırlarını açık bıraktığı için belki aynısı olur ve dönebilirim diye umuyordum. Havalimanına indiğimde Polonya’daki arkadaşlarım ve müdürüm çoktan mesaj yağdırmaya başlamıştı. Bir arkadaşlarının doğum günü partisinde beni bekleyen Dublin’deki arkadaşımın yanına gitmek üzere otobüse bindim ve ilk iş haberin ayrıntılarını öğrenmek için bilgi toplamaya başladım. Ben çalışma iznim olduğu için acaba yasaktan nasıl etkilenecektim? Yasak toplam kaç gündü? Tüm ülkeler miydi yoksa belli ülkeler mi? Bir yandan da sağ olsun Türkiye’deki arkadaşlarım bana daha fazla haber linki atmaya çalışıyor, aktarmalı da olsa acil dönüş uçuşu arıyordu. Kafamda deli sorularla doğum günü mekanına ulaştım. Ayrı bir karaoke salonu olan Kore restoranındaki kalabalık grubun içine dalıp arkadaşımla merhabalaştıktan sonra doğrudan bir kritiğe oturduk. 14 Mart Cumartesi gece yarısından itibaren Polonya’ya tüm uluslararası uçuşlar iptal edilecekti. Şimdilik on gün, sonrası Allah kerim bir süreye kadar da bu durum geçerli olacaktı. Bu son hastalık haberlerinden gerilmiş, bu doğum günü bahanesiyle biraz olsun kafa dağıtmaya çalışan istikbali parlak gençlerin Taylor Swift performansına paralel, arkadaşımla kafa kafaya verip en doğru şeyin benim bu yirmi dört saat içinde bir yolunu bulup Polonya’ya girmem olduğuna karar verdik.

Skyscanner’dan havayolu uygulamalarına kadar kombinasyon ve permütasyonun kitabını yazdık. Önce Varşova’ya dönüşlere baktık, opsiyonlar arasında gecikme nedeniyle aktarmayı kaçırıp bu defa Fransa havalimanında mahsur kalmam veya Pazar gece yarısından sonra Varşova’ya girmeye çalışıp kapıdan geri döndürülmem gibi riskler altında jetonumuzun köşeleri törpülendi ve bu defa tüm Polonya şehirlerine bakmaya başladık. 200-300 euroların havalarda uçuştuğu biletleri almaya niyetlenip kredi kartı bilgisi girdiğimiz an “maalesef satıldı” uyarıları ala ala kolumuz kanadımız kırıldı. En sonunda Dublin’in de Londra’ya sınırları kapaması riskinin olduğu bir dünyada benim Londra’da mahsur kalmamın daha mantıklı olduğuna karar verip ertesi sabah direk Londra’ya dönüş aldık. Bu dakikadan itibaren benim için Dublin deneyimi o geceden ibaret, Varşova’ya dönüşüm de yalan olacaktı.

Dublin Temple Bar hatırası 😀

Mekandaki gençlerden özür dileyerek benim Dublin’deki tek akşamımı temsili bir hatıraya çevirmek adına arkadaşımla dışarı çıkıp küçük şehir merkezini gezmeye, meşhur Temple Bar bölgesinde turlayıp bir puba oturmaya karar verdik. Bahtım karası bir bardak birayı içip gelişmeleri konuşurken arkadaşımın arayışı sağ olsun, bir saat önce uğraşıp da “bilet bitti” uyarısı aldığımız bir biletin satışta olduğunu fark ettik. Dublin’den ertesi akşam direk Lublin’e, Varşova’ya arabayla 3 saat uzaklıktaki bir şehreydi bilet. Hiç düşünmeden aldık. Böylece ben geceyi ertesi gün gece yarısından önce ülkeye girebilecek bir senaryoyla kapattım. O an biri ertesi sabaha, diğeri ilk planladığım tarihlerde olmak üzere Dublin’den Londra’ya iki dönüşüm, belli ki iptal edilecek bir Londra’dan Varşova’ya dönüşüm, bir de bu son dakika Lublin biletim vardı cebimde. Ne olup bittiğini ertesi sabah daha sağlam bir kafayla sindirmek üzere arkadaşımın evine giderek devrilip uyudum.

Tam olarak bu noktada bir yorum yapmak isterim ki bu süreç boyunca aslında çok da “akılsız başım” demedim, hala da şakayla karışık diyorum. Gerçekten de olayların bu kadar ciddiye gitmesine olasılık vermiyordum. Dahası, Londra’da mahsur kalmanın da tatsız olacağını ve belirsizliğin süreceğini bilmeme rağmen samimi olarak biraz “ben elimden geleni yaptım, kader artık, bekleyip göreceğiz” diye düşünüyordum. Hala yasağın daha uzatılmayacağına, belki en fazla ilk planladığımdan bir hafta sonra Varşova’ya dönebileceğime inanıyordum. Öte yandan büyük konuşmamak gerekir, olur da hastalığı kaparsam Londra’da hastane işlerine yardım edebilecek akrabalarım vardı, dahası İngilizce konuşabiliyor olmak beni çok daha rahat hissettirirdi. Yani kısacası kaybedecek çok bir şeyim yok gibiyken, hele bir de bu olaylardan bağımsız başka birkaç stresli süreç içindeyken olup bitenlere ortalama bir insandan daha az duyarlı yaklaşıyordum.

Standby bilet arama çilesi

14 Mart Cumartesi sabah uyandık, ben Londra’daki ve Polonya’daki arkadaşlarım başta olmak üzere herkese son durumu özetledim. Dublin’de evinde kaldığım arkadaşımla çıkıp mükellef bir kahvaltı yaptık, şehir turuna devam ettik, en son da vedalaşıp ayrıldık. Dublin havalimanının normal halini pek bilmesem de bence sahiden ana baba günü gibiydi. İnsanlarda panik sezmek işten bile değildi, hemen benim önümdeki Amerikan aksanlı iki kız Madrid’e dönmeye çalışıyor, bir tanesi bilet bulamadığı için standby sırasına yazılmaya uğraşıyordu. O an ben de upuzun sırada beklerken telaşlandırmak istemediğim ailemi arayıp olanı biteni anlattım, sağlık olsun dedik, böylelikle biletimi bastırıp uçağıma bindim.

Corona rules over GDPR – zorunlu kişisel bilgi formu 😀

Bu yazıyı Lublin uçuşundan yazıyorum. Uçağın hemen hemen yarısı boş, belli ki sahiden o fahiş fiyatları panik anında hareket eden insanlar için koymuş canım havayolları. Yine de günahlarını almayayım, belki insanlar biletlerini iptal etmeden uçmaktan vazgeçti. Bir de elimize bir form tutuşturdular, bizimle sağlık nedenleri için iletişime geçmeleri gerekirse nerede yaşadığımıza dair bilgi toplanılması gerekiyormuş. Lublin’e hiç gitmedim, küçük bir şehir olduğunu biliyorum. İndiğim sırada şehre toplu taşıma olmayacak, dahası eğer beni havalimanında bir sebepten tutarlarsa son otobüsleri de kaçırıp sabah 4’e kadar beklemek ya da bir otel bulmak durumunda kalacağım. Ama artık sahiden evrene Tarkan’dan “yolla kaderim” şarkısını armağan ederek kafaya takmamak istiyorum.
Bitirmeden önce kısa birkaç not düşmem gerekirse, Allah korusun, sürekli küçümsediğim riske uğramış ve sahiden de hastalığı kapmış olabilirim. O açıdan aslında içten içe hala biraz abartılı bulduğum bu süreçte sahiden dersimi almış olurum, orası apayrı bir konu. Umarım böyle bir şey olmaz, öte yandan şunu da kabul alıyorum ki bu kadar ciddi kararları alan insanlar ülke yöneten, onlarca danışmana ve veri kaynağına sahip insanlar. “Yok artık…” noktasından “bir bildikleri vardır…” noktasına gelmiş durumdayım.
Abartı noktasını da açıklamak gerekrise, en azından kendi jenerasyonumda bu kadar ciddi bir “seyahat özgürlüğünün elinden alınması” deneyimi yaşamadığım için uzun bir süre olanları realize etmekte bence zorlandım. Yine “bir bildikleri vardır” diye düşünsem de tüm bu okul dönemi iptalleri, insanların yurtlardan çıkarılması, sınır kapamalar, marketlerin yağmalanması gibi durumlar bana oldukça sürreal geliyor. Hala ve hala nedense olumlu düşünüyor, bu ciddi yasakların en geç nisanın ikinci yarısı kalkacağına ve hazirandan sonra her şeyin normale döneceğine inanıyorum. Umarım dediğim gibi çıkar, sonra bu yazıyı okuyup kendime gülmem.

Londra’daki tek sabahımın şansıma güneşli olması <3

Şu an hiç gergin ve mutsuz hissetmiyorum desem yalan olur elbette ama o kabulleniş, içimde hala süren bir huzurun zeminini attı. En çok üzüldüğüm şey, sahiden de hevesle hazırlandığım tüm planların suya düşmesi. İkinci nokta da operasyonel zorluklar, Londra’dan Dublin’e giderken yanımda almadığım eşyalarımın Londra’da kalması ve panik marketi içerisinde biletlere ödenen fahiş fiyatlar. Yine evrene bağıra bağıra söylüyorum ki sağlığım yerinde olduğu sürece elbette bunların bir önemi yok. Öte yandan sağlığım böyle devam eder, bu sınır geçişi yasakları bitse de uzun bir süre seyahat edecek enerjim olmayacağı kesin.
Tüm bu süreçte de aslında sahiden hayat görüşümü şekillendiren iki şey deneyimledim. Birincisi, şu an olup biten savaşlarla karşılaştırılamasa bile bu panik ve aciziyet duygularının bir simülasyonunu yaşadığımızı, yerinden yurdundan olan insanların hayal edemeyeceğim acılara katlandığını, öte yandan da belli bir noktada insan zihninin “survival” moduna bağlayıp gelişine karar verdiğni anlamış oldum. Buna benzer bir şeyi de sanırım en son 15 Temmuz gecesi arkadaşımın evinde yaşamıştım. İkinci şey ise biraz daha materyalist, paranın ve gücün değerini daha iyi anladım. Böyle panik durumlarında bana kimin yardımcı olabileceğini bilmemek, bilete verilen paraya üzülmek, yani günlük hayatımızdaki tüm konfor ve hijyen faktörlerinden sıyrılıp atıldığımız anda dımdızlak kalmamak için çevre sahibi olmak veya parayı dert etmemek gibi şeylerin çok önem taşıdığını biraz daha pekiştirmiş oldum.
Umarım tüm bu önlemler sonuç verir ve en kısa zamanda hayat normale döner. Bu yazıyı sonuna kadar okuyup süreç zarfında bana destek olan tüm arkadaşlarıma da sonsuz teşekkür ederim. Siz olmasaydınız ben muhtemelen statükoya sadık kalıp mevcut evimle kara bağlantısı dahi bulunmayan bir el memleketinde belirsiz bir tarihe kadar mahsur kalırdım. Yine kesin uslanmaz ve devlet büyüklerimizin izin verdiği ölçüde park, bahçe gezmeye devam ederdim 😀 Şöyle bir düşününce pek çok insan hayatlarının en önemli anlarını ve fırsatlarını yalan etmek zorunda kaldı, sağlık korkusu ile eve kapandı, bilhassa seyahat, hizmet, sigorta işlerinin ocağına incir ağacı dikildi… Sağlığıma da bir şey olmadığı takdirde ucuz atlattığıma inanıyorum, coronayı en kısa zamanda savmak dileğiyle…

Uçaktaki canlı ateş kontrolünü bekleyen kuzuların sessizliği

Edit: Yazıyı bitirdikten sonraki birkaç gelişmeyi de eklemeden edemedim. Havalimanına indiğimizde uçağı terk etmeden önce asker kıyafetli abiler tüm yolcuları tek tek iki farklı aletle (sanırım ateş için) taradılar. Formların tamamının doldurulduğundan emin olundu. Uzun bir bekleyişten sonra sonunda salınıverdik. Bu uçak kontrolü yukarıda sürreal tanımladığım her şeyin ötesine geçen bir deneyimdi benim için. Kendimi otobüs garına attığımda o an yolda satın aldığım Flixbus otobüsünün iptal edildiğini, Varşova’ya başka otobüs olmadığına benimle aynı kaçış kaderini paylaşan Polonyalı bir abi ile öğrendim (kapak fotoğrafında kendisi 🙂 ). Abinin peşine takıldım, sağ olsun o da sahiden çok arkadaş canlısı ve yardımsever biriydi. İrlanda’da yaşayan ailesini birkaç gün önce göndermiş, kendisi de İrlanda’daki önlemlere güvenmeyip işine “ben gidiyorum” diyerek son anda Polonya’ya gelmeye karar vermiş. Akşam 11’den sabah 5’e kadar sohbet ettik, bizim gibi tren bekleyen bir başka Rus abiyi ve güvenlik görevlilerini de alarak otomattan kahve-abur cubur partisi yaptık. Sonunda sağ salim Varşova trenimize binip evlere dağıldık. Bu hikaye de burada bitti.

You Might Also Like

No Comments / Yorum Bulunmuyor

Leave a Reply / Yorum Yazın

Show Buttons
Hide Buttons